Geçen cuma akşamı çok hoş bir toplantının konuğu oldum. Sivil Dayanışma Platformu’ndan okuma kulübünün gençleri son romanım Jerusalem’i okumuşlar ve tartışma, değerlendirme gününe beni de davet etmişlerdi. Geç katılabildiğim toplantıda ilk olarak bir yazarın kitabı ile kurduğu ilişkiden bahsettim biraz. Gençlerle olmayı çok sevdiğim için daveti kabul etmiştim. Çünkü aslında kitaplarım hakkında konuşmaktan pek hazzetmiyorum. Geçenlerde sevgili yazar dostum Cihan Aktaş’la da aynı şeyi konuşmuştuk. O da benimle aynı hisleri paylaştığını söyledi.
Roman yazmak akıllı insan işi değil.
Çıkan sonucun, yani romanın çok iyi veya kötü olması ile ilgili değil üstelik bu durum. Ortalama yarım milyon harften oluşan bir kümeyi yan yana getirmek, onlardan bir veya daha çok hayatları ilmek ilmek örmek, bu muazzam çabanın kendisi.. çok keyifli olduğu kadar bir o kadar da yıpratıcı. Akıllı insan işi değil dediğim de o... Genç arkadaşlarıma biraz o süreci anlattım. Asıl niyetim Jerusalem’den mümkün olduğu kadar geç söz açılmasını sağlamaktı, itiraf ediyorum. Çünkü o yorucu ve benzersiz dönemi tamamladıktan sonra, ama yazdığım üç romandan sonra da, aynı duyguların esiri oldum. Kitabı görmek dahi istemiyordum. Ben yazmış ve tüm görevlerimi kendimce, kendi kapasiteme göre yerine getirmiştim. Bundan sonrası onu okuyanların, basanların işi olmalı, ben ise sadece bir izleyici olmalıydım.
En çok sıkıldığım şeylerden birisi de roman çıktıktan sonra mecburen katılmak zorunda kalınan ve “Neden edebiyat”, “En sevdiğiniz romanınız hangisi” “Şu roman kahramanı aslında sizsiniz değil mi”, türünden sorulara muhatap olunan o tanıtım süreci. Bu soruları soranları kınamıyorum. Hatta ilk romanlarımın aksine Jerusalem’de işler epey yolunda gitti ve kitabın hepsini okumuş, emek sarf etmiş işini iyi yapan insanların programlarına konuk oldum, nankörlük etmeyeyim. Lakin siz de beni anlayın, üzerinde hiç konuşmak istemediğin, sence çoktan kapanmış bir hikâye üzerinde konuşmalar yapmak çok netameli. Ama mecbursun. Hatta bunlar olmazsa, yani program teklifleri gelmezse mutsuz da olabilirsin roman ilgi görmüyor diye. Çelişkili bir durum işte. Hem istiyor, hem istemiyorsun. Ama durum bu.
Ben ne kadar hazzetmesem de, cuma akşamı çok keyifli geçti gerçekten. Beni davet eden arkadaşlarıma teşekkür borçluyum. Roman hakkındaki tahlilleri, sordukları sorular çok incelikli ve derindi. Romanın bu kadar derinden kavranması insana çok iyi geliyor. Öncellikle dilin ve sözün duyguların aktarımında aslında hiç de kifayetsiz olmadığını görüyor, her defasında şaşırıyorsunuz. Çünkü ana kabul, insanın ne kadar çabalarsa çabalasın, varlığını alt katmanlarına indikçe, oradan bir arkeolog veya madenci gibi çıkardığı hislerinin dile tam olarak tahvil edilemeyeceği, eksik veya yanlış anlaşılabileceği. Bu da yalnızlığa gönderme yapıyor. Yani bir ikinci kişiye kendinizi tam olarak anlatmanın mümkün olup olmadığı, dolayısıyla en nihayetinde biricik duygularınızla biricik bir yalnızlık içinde yaşamaya mahkûm olduğumuz düşüncesi...
“Başlangıçta söz vardı.” Yuhanna İncili’nin ilk sözleri bunlar. Demek, Söz’ün gücünün tanrısal bir önceliği var. Söz belki Ruh’un dile geliş biçimi. Ruh’un Söz hali. Kavranamayan şeyin duyulabilir hale gelmesi. Ortaya çıkması, görünür olması. Hiç de yabana atılacak gibi bir şey değil bu.
Ruh, Söz haline gelince, haliyle, yalnızlık son buluyor. Çünkü Söz ancak onun yöneldiği diğer kişiyle anlam veya yaşam kazanabilir. İnsan cismani olarak topraktan yaratılmışsa da, Ruh’u da Söz’den neşet etmiş olabilir. Yani Söz’ü duyan kişi yaratılışınızı tamamlıyor, imliyor, onaylıyor. O nedenle romanın yazılmasıyla, Söz’ün sarf edilmesiyle, işin bir kısmı tamamlanıyor sadece. Diğer kısmı ise onun alıcıya ulaşması. Tam da bu yüzden, romanın her bir okuyucuda, biricik haliyle yeniden yazıldığını, ya da yazım işinin tamam edildiğini düşünürüm. O akşam da orada masanın üzerinde her biri bir başkasına ait diyelim bir düzine Jerusalem vardı ve sanırım onların hiçbiri birbiriyle aynı kitap değildi artık. Okuyan kendi biricik mevcudiyetiyle tamamlamıştı onu.
Konuşmak, yazmak ve muhabbet.. türlü varoluş halleri ve sanırım bu iyi bir şey...
MARKAR ESAYAN
http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=7171
Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa
0 yorum:
Yorum Gönder